Bir Filozofun Gözünden: Memur En Fazla Kaç Gün Geçici Görevlendirilir?
Zamanın, görevle ve kimlikle kesiştiği yerde ilginç bir soru belirir: “Memur en fazla kaç gün geçici görevlendirilir?”
Bu, yalnızca idari bir soruya benzese de özünde felsefi bir tartışmayı davet eder. Çünkü burada mesele, sadece “kaç gün” değil, “geçiciliğin anlamı”dır.
Bir filozof, bu soruya rakamlarla değil, insanın zaman ve sorumlulukla kurduğu ilişkiyle yaklaşır.
Görevlendirme süresinin sınırı, aynı zamanda insanın bir yere ait olma, başka bir yere uyum sağlama ve değişim karşısında kendi kimliğini koruma kapasitesinin de sınırıdır.
—
Etik Perspektif: Adaletin ve Ölçülülüğün Dengesi
Etik felsefesi açısından bakıldığında, geçici görevlendirme bir “yetki”nin ötesinde bir “sorumluluk” meselesidir.
Bir kamu kurumunda bir memurun belirli bir süre başka bir yerde görevlendirilmesi, kamu yararını gözetme amacı taşır. Ancak etik denge, bu yararın bireyin hak ve yaşam dengesiyle çakışmamasını gerektirir. Adalet kavramı burada devreye girer. Eğer bir memur sürekli geçici görevlerde bulunuyorsa, bu durum artık “geçici” olmaktan çıkar, “sistematik bir adaletsizliğe” dönüşür.
Felsefi olarak, “ölçülülük ilkesi” kamu etiğinin kalbinde yer alır.
Bu nedenle mevzuatta öngörülen sınır — genellikle bir yılda altı ayı geçmeyecek şekilde — yalnızca idari bir kural değil, etik bir denge arayışıdır.
Süre, insanın dayanıklılığını değil, sistemin hakkaniyetini sınar.
—
Epistemolojik Perspektif: Bilginin ve Belirsizliğin Doğası
Epistemoloji, bilginin ne olduğunu, nasıl oluştuğunu sorgular.
Geçici görevlendirme süresine dair bilgi de, aslında yönetsel bir “bilme” biçimidir: Belirsizliğe sınır koyma çabası.
Devlet, süreyi belirleyerek hem çalışanı hem sistemi “bilinebilir” bir çerçeveye alır.
Bu çerçevenin dışına çıkıldığında, bilgi yerini belirsizliğe bırakır; memur için “dönüş zamanı” bulanıklaşır, kurum için ise “süreklilik ilkesi” zarar görür. Bilgi, güven üretir; güven, motivasyonu besler.
Bu nedenle, geçici görevlendirme süresi yalnızca yönetsel bir sınır değil, epistemolojik bir güven alanıdır.
Belirsizliği ölçülü kılmak, kamu yönetiminin bilgiye saygısının bir göstergesidir.
—
Ontolojik Perspektif: Geçicilik ve Kimlik Arasındaki Gerilim
Ontoloji, varlığın ne olduğunu sorar.
Bir memurun geçici görevlendirmesi, onun mesleki “varlığını” da yeniden tanımlar.
Yeni bir ortam, farklı bir hiyerarşi, yeni sorumluluklar…
Kişi, bir yandan devletin sürekliliğinin temsilcisi olarak kalmaya çalışırken, öte yandan kendi bireysel varlığını korumak zorundadır.
Bu gerilim, insanın kimlik sürekliliği ile durumsal varoluşu arasındaki en ince dengedir.
“Geçici” olanla “kalıcı” olanın sınırında duran memur, aslında varlığın iki biçimini de deneyimler:
Bir yanda değişimin kaçınılmazlığı, diğer yanda kurumsal sürekliliğin ağırlığı.
—
Zamanın Ağırlığı: Günlerin Felsefesi
Felsefi olarak “kaç gün” sorusu, nicelikten çok nitelik ifade eder.
Bir görevlendirme 90 gün de sürebilir, 180 gün de; fakat esas mesele, o günlerin nasıl yaşandığıdır.
Zamanın nesnel ölçümü ile öznel deneyimi birbirinden farklıdır.
Bazı memurlar için üç ay bir öğrenme ve gelişim dönemi olurken, bazıları için aynı süre kimlik yorgunluğuna dönüşebilir.
İşte bu noktada “zaman”ın yalnızca takvimle değil, insanın içsel ritmiyle ölçülmesi gerektiği düşüncesi ortaya çıkar.
Bir filozof için, “en fazla kaç gün?” sorusunun cevabı, aslında “insan ne kadar süreyle kendisi kalabilir?” sorusuna dönüşür.
—
Etik Sorumluluk ve Kurumsal Felsefe
Bir kurumun felsefesi, sadece görev tanımlarıyla değil; insanı merkeze alıp almadığıyla ölçülür.
Geçici görevlendirme, insanı bir fonksiyon değil, bir değer olarak gören kurumlarda anlam kazanır.
Eğer bu karar adil, ölçülü ve şeffaf biçimde alınırsa, memur da kendini sistemin nesnesi değil, öznesi olarak hisseder.
Bu noktada etik, yalnızca hukukla değil, erdemli yönetim anlayışıyla da ilgilidir.
Adaletli bir sistem, görev süresini sınırlandırırken insanın onurunu da korur.
—
Felsefi Sonuç: Kaç Gün Değil, Ne Kadar Anlamlı?
“Memur en fazla kaç gün geçici görevlendirilir?” sorusu, mevzuat açısından genellikle altı ayı geçmeyen bir sınırla yanıt bulur.
Ancak felsefi olarak bu soru, çok daha derin bir yere işaret eder:
İnsanın zamanla, görevle ve aidiyetle kurduğu ilişkinin anlamına.
Zira her geçici görevlendirme, bir varoluş denemesidir; yeni bir mekânda, aynı ilkelere sadık kalmanın sınavıdır.
Sonuçta mesele gün saymak değil, o günlerde insanın kendi etik ve varoluşsal bütünlüğünü koruyabilmesidir.
Filozofça söylersek: Ölçü, takvimde değil; insanın kendinde saklıdır.